Arama

BEN SANA BAKARIM ANNE

Çocukluk anılarımdan küçük notlar;

Ben Oymalıtepe Beldesi’nde Sincankaya’nın yamaçlarında Elmalık mahallesinde dünyaya gelmişim. Yaza herhes merhaba derken ben de hayata merhaba demişim, bu yüksek rakımlı yamaçlarda. Annem ne bana ne de beş kardeşime hamileyken hiç doktor görmemiş. Nerede sancısı tutmuşsa orada komşular olmuş doktor, köy ebeleri olmuş ebemiz. Bende sütannelerim Ayşe ve Havva annelerimin yardımı ile iki odalı bir evde doğmuşum.


Zaman bu yamaçlarda akıp giderken ben beş yada altı yaşlarındayken babam dedemden ayrılmış Elmalık tan daha ilerde başka bir yamaçta Koyak denilen bir yerde ulu gürgen ağaçları ile kaplı ormanlık bir alanda kendine bir ev yapmıştı (Kelif) ve biz oraya taşınmıştık. Yöre halkı dilinde kelif çocuklugumuzda ki galif kelimesinden mi gelir bilmiyorum. Ama bildiğim şu varki Kelif, evin küçüğü ve odası olmayan dört tarafı duvar üstü çatı, içinde yatılabilecek bir ev işte.


İşte bizim de dedemden ayrıldığımızda ilk evimiz böyleydi. Dört metre boyunda ve ikibuçuk metre genişliğinde. Altı toprak üstü hartama ile örtülen bir evdi bizim evimiz. Duvarları taştan örme aralarında çimento yerine çamur bile kullanılmamış bir barakayı andırıyordu.

Hiç unutmuyorum. Bir gün sevgili anneciğim bu evde hasta olmuştu ve günlerce yatmıştı. Abim okula gidiyordu evde ablam Ayşe ve ben olurduk birde küçük kardeşimiz Muzaffer. Annem hasta olduğu i.in ona ablam bakmaya çalışırdı. Babamda genelde işe giderdi arazıda çalışırdı. Gelincede evin ihtiyaçları için köye iner akşamlarıda geç gelirdi. Ben çocuktum ama her şeyi düşünüyor üzülüyordum. Bir gün annem ben hasta oldum oğlum çocuğa kim bakacak bana kim bakacak dediğinde. Ben çok üzülmüştüm. Ormanlara doğru gitmiş bir avuç böğürtlen (Mora) toplamış getirip anneme vermiş ve “anne ben sana bakarım” demiştim. Bunu yıllar sonra her konu açıldığında ablamlar, annem hep bana derlerdi.


Yine bir gün ablam evden uzak bir yere gitmiş bana çocuk ağlarsa sallarsın demişti. Belli zaman sonra ben dişarda oynarken bir tenekenin içinde suyun buz tutmuş halini gördüm. Çok güzeldi sabah güneş vurunca kenarları erimiş ve tenekeden ayrılmıştı buz. Onu çıkardım ağlayan bebeğin salıncağının üstüne koydum. Amacım bebeğin onunla oynaması ve ağlamamasını sağlamaktı. Ablam geldi. Buzu çoçuğun salıncağında gördü ve bana çok kızdı. Niye kızdığını anladığımda ise bende şaşırmıştım. Salıncakta eriyen buz hem Muzeffer’i hemde ona sarılı kundak bezlerini islatmış ve çocuk buz gibi su içinde kalmıştı. Bu da hala daha söylenen becerilerimdendir.


Bu küçücük evimizde hayatımız devam ediyordu zor şartlar altında. En yakın komşumuza olan uzaklık 1 km yoldu ve ulu gürgen ağacları içinde ormanlık bir yerdeydi evimiz.

Güz aylarında o vakitler şiddetli rüzgârlar çıkardı. O kadar hızlı eserdiki bu ruzgarlar zaman zaman büyük ağaçları kırar ve yerinden sökerdi. Rüzgârlı akşamlarda evden çıkardık, ağaçların olmadığı bir yer seçerdi babam- annem ve orada tabiri caizse kuluçka gibi bizi kanatlarının altına alırlardı. Rüzgarin geçmesini beklerdik. Böyle anlarda rüzgarin uğultusunun geçmesini o kadar isterdimki anlatamam. Bazen de kaçar komşulara sığınırdık. O kadar hızla eserdiki o rüzgârlar ulu gürgen ağaçlarından korkutucu bir sesler çıkardı. O ses hala kulaklarımdadır. Çok korkardık ağaçlar kırılıp üzerimize gelecek diye.


Hayat, bu ormanlar içindeki evimizde devam ediyordu. Rahman abimiz (şimdilerde rahmetli olan) odun yapmak için bir gün bizim evin yukarısından bir gürgen ağacı kesiyordu. Babam yoktu evde. Sadece ablam, ben ve küçük kardeşim Muzaffer vardık. Ben dışarda oynarken annem hasta olduğu için ablam küçük olmasına rağmen işlerle meşguldü. Abim sanırım okuldaydı çünkü o yoktu. Babam da biraz aşağıda tarla söküyordu. Biraz sonra Rahman abi sesinin çıktığı kadar bir sesle bağırmaya başladı:

- Kaçııııııııııııııııııın ağaç geliyorrrrrrrrrrrrrrrrrr. Kaçınnnnn.

Durmadan böyle bağırıyordu. Ablam çocuğu aldı ben de yanında kaçmaya başladık. Ama hasta olan annem evde kalmıştı. Ağaç dalıyla budağıyla büyük bir gürültü ile geliyordu yukardan aşağıya.

Evimizin olduğu yere doğru gelen ağaç evimizi yıkıp geçmişti. Anne diye bağırarak eve geldiğimizde ise evin kapı tarafının yani yarısının yıkılıp gittigini diğer yarısında ise annem yıkılan duvardan düşen taşların yanında neye uğradığına şaşırmış yatıyordu. Kaburgaları çok ağrıdığı için ayağa bile kalkamıyortdu. İyice baktıktan sonra ona hiç bişey olmadığını gördük. Çok sevindik giden evimiz olsun ne yapalım. Annemiz sağdı ya!


Biraz sonra Rahman abi yukardan aşağı geldi babamda kayan ağacın hedefginden kaçmiş, oda evi bakmak için gelmiştı. Rahman abi ile bir sözlü kavgaya tutuşdular ki, biz döğüşecekler diye çok korktuk. İkisininde sesi gür ve tokdu. Daha sonra barışıp ikisi beraber evimizi tekrar eskisinden daha güzel yaptılar. Kapısıda duvarlarıda öncekinden daha güzel olmuştu. Dalıyla budağıyla üzen ağaç ise Rahman abinin evine yakın bir yerde durmuştu.

Sonraki yıllarda babam bu küçük evimizin yanında herkesin evi gibi bir ev yapmaya, yaptırmaya başladı. Komşularında yardımıyla kısa sürede içinde iki odası olan altı ve köşeleri tahta döşeme olan iki oda bir yer evi mutfak dediğimiz bir evimiz olmuştu. O yıllarda bizim için saray gibi olan o evde çocukluk yıllarımızı güzellikler içinde yaşadık.

Şimdi yıkılıp harebeye dönen bu evimizi ressam olan sevgili yeğenim Selmanur Menşure Aktaş tuvallerine taşıdı ve o güzelliği tuvallerde yaşamaktadir.

Halil Aktaş

Tam boy resmi görebilmek için tıklayın
 ============== 
Selmanur M. Aktaş'ın bir Tablosu 60x45
<strong>Selmanur M. Aktaş</strong>'ın tablolarından bir tanesi. Bu eser bu günlerde Ankara'da <strong>"Her Yönüyle Trabzon"</strong> etkinliklerinde ki Trabzon Sanatçılarının eserlerinden oluşan karma sergide yer almaktadır.
Anahtar kelime: S.mensure aktas sanat tablo tarbzon oymalıtepe

Benzer Yazılar

Henüz yorum yapılmamış.

Yorum yaz...

İsim :