Arama


Halil Aktaş kimdir?

Biyografi

8 Haziran 1953 yılında Trabzon’un Yomra ilçesine bağlı Oymalıtepe Beldesi’nde doğdu. İlkokul öğrenimini Oymalıtepe 100. Yıl ilköğretim Okulu’nda tamamladı. Maddi imkânsızlıktan eğitimini sürdüremeyip iş hayatına atıldı. 1966-72 yılları arasında çeşitli illerde inşaat işçiliği yaptı. 17 Nisan 1972’de evlendi. 1973-75 yılları arasında askerlik görevini tamamladı. Askerlik sonrası 1976’dan 1981 yılı ortalarına kadar kahvehane ve bakkal işletmeciliği yaptı. 1981’in Temmuz ayında Sıcak Gurbet Arabistan’a gitti. Evli ve beş çocuk babası olan Halil Aktaş, halen Arabistan’da büyük çaplı bir iş merkezinin işletmesinde yönetici olarak çalışma hayatını sürdürmektedir.

Çocukluğundan beri yöre müziği, türküleri, şiir, yazı ve öykülerle iç içe büyümüş olan Halil Aktaş, işinden ve sevdiklerinden artakalan zamanlarında yazmaya, türküler söyleyip kaydetmeye özen göstermiştir. Yakın ve uzak çevresinde olup biten her türlü olayı türkülerine ve şiirlerine yansıtmanın yanı sıra dönemin büyüklerinden duyduğu tarihi ve sosyal olayları da kayıt altına alma görevini üstlenmiştir.

Hayatını ve hayatı "sevgi" üzerine kuran Halil Aktaş, "Sevgi Pınarı" olarak anılmaktadır.

Kendi ve beldesi adına birçok ilke imza atan Halil Aktaş, ilk kitabı olan "Bir Sevgi İstiyorum" isimli şiir kitabını 2011’in Aralık ayında okurları ile buluşturmuştur.

Otobiyografi

Sincankaya’nın eteklerinde ulu gürgen ağaçlarıyla kaplı bir kırsalda doğdum. Bana, ilk hoş geldin diye seslenen bu gürgen ağaçları oldu. Kırları süsleyen papatyalar ve gelincik çiçekleri battaniyem, öten guguk kuşları ise ilk ninniydi kulaklarımda. Gözümü açtığımda ilk gördüğüm annemin gül yüzü, sonra kır çiçekleriydi salınan, çevremde.

Sevmenin ve sevilmenin ilk böyle farkına vardım. Çoğaldı zamanla sevgim, akmak istedi alabildiğince. Çaylar, dereler, ırmaklar… Ben göller oluşturmalı denizlere okyanuslara karışmalıydım.

Sevgi neydi? Sevilmek neydi? Bu değil miydi coşmak, fışkırmak, toprağı katıp önüne sevdayı, sevgiyi aramak okyanuslarda. Önce bir damla su oldum Sincankaya taşında sonra böyle düştüm yollara. Amaç belliydi; sevgim sığmadı vadilere, taşırdım. Gönlüm doymadı özlemime, sürüklendim. Kattım önüme ne bulduysam yanımda; toprak, dal yosun ve taş. Dinlenmek istemedim sevdam yolunda. Yoruldukça çağladım, koştukça coştum. Sap kayalar başkaldırdı sevgime, uçurumlar fırlattılar bendime. Bentler çıktı önüme, yığıldı çakıl, çalı…

Dinlendim. Sakinleşti sularım sevdim en yakın dostlarımı, taşları, yosunları… Bilsinler istedim, gücümün kaynağını. Sonra yine yol aldım yamaçlardan aşağı. Her adımda çoğalan sevgimdi arkadaşım…

Sevgiye ulaşmak zor ve zahmetlidir. Hak etmek, hak edene değerdir. Engeller hayatta hep var. Duraklamalar olacak elbet, setler önümüze çıkacak. Biz, sevgimizle setleri dolduracağız ve akmaya devam edeceğiz. Sevgiler hep birlikte, pınarlarından akan su, gönüller suya doyan içen gül olacaktır. Yeter ki sabretmeyi bilelim, bilelim ki sevgiyi hak edelim. Çünkü sevmek en güzel şey ve en büyük enerjidir. Eğer biz bu enerjimizi birleştirebilirsek bentler engel olamaz okyanuslara…

O okyanustur ki Rabbimin sığdırdığı tüm gönüllere…
Okyanus bir misaldir gönlüme tasvir olmaz, amacım gönle akmak; rabbim okyanusuna.

Sevgi; inanç, mutluluk, şefkat, güç ve kuvvettir.
Bunları toparlayıp yürüyeceğiz.
Unutmayalım seversek genç kalacağız. Sevelim herkesi, her şeyi. Sevmek çok güzel, sevmek ilaç, sevmek mutluluk demek. Sevenleriniz bol olsun...

İTHAF

"Geçmişten geleceğe bütün dostlarıma"

Anneme sorardım hep, ben nasıl doğdum diye. "Oğlum" derdi; "Bizim aylara göre (Rumi takvim) Mayıs'ın yirmi altısıydı. İnekleri yaylaya yolcu edip eve dönünce bir sancı tuttu beni. Meziredeki evimiz, Sincankaya yamacı, orada geldin dünyaya çekmedim fazla sancı."

Bugünün takvimine çevirirsek 8 Haziran 1953, benim doğum günüm. O zamanlarda köyde ebe ne gezer. Komşuların ve sütannemin yardımları ile bir mezra evinde açmışım gözlerimi dünyaya. (Yöremizde mezire diye adlandırılan bu yerler, yaylaya göçten önce hayvanları otlatmak için iki veya üç hafta konaklanılan nispeten yüksek kesimlerdir. Buralardaki evler, derme çatma, birçok şeyden yoksun, geçici konaklanan evlerdi.) Ben de ağlamışım her bebek gibi. Dünyanın çilelerini, yalanlarını, yalancı sevgilerini hissetmişim demekki. Bunun için gerçek sevgi ve dostluk üzerine kurmuşum hayatımı. Benden düşman olmadı hiç kimseye, bundan sonra da hiç ama hiç olmayacak. Dostun dostu, dostlukların sevdalısıyım. Öyle de kalacağım.

O zamanlar fakirlik, o zamanlar yoksulluk, kimsesizlik belki de. Henüz yedi günlükken annem beni kucaklayıp çayırlığa çayır biçmeye gitmiş. Salıncak yapmış sonra yol kenarındaki kızılağaç dalına. Hani şimdi hamak deniyor ya işte onun atası. Uyumuşum. Komşu köyden "Sifter'den" köyümüzün gelini Sifterli yengem, yoldan gelip geçerken salıncağı görünce anneme seslenmiş: "Fadime bu çocuk senun mi ne zaman oldi?" Annem; "Yedi günlük" deyince. Yengem, hemen orada bir mani dizip söyleyivermiş.

Karşı köyün adını
Ben bilirim tadını
Bu uşak erkek ise
Halil koyun adını

Eğilip anlımdan öpüp yoluna devam etmiş. Eve dönünce annem, yengemin isteğini babama anlatmış. Dedesinin de ismi "Halil" olduğu için babamın çok hoşuna gitmiş. Böylece benim adım da Halil kalmış. İyi ki de kalmış çünkü ismimi seviyorum.

Trabzon'un Yomra ilçesine bağlı Oymalı Köyü'nün sırtını yasladığı Sincankaya'nın yamaçlarında büyüdüm. Dağın zirvesinde öylesine büyük bir kayadır ki Sincankaya, tepesine çıkınca kendinizi kuş gibi hissedersiniz. Tüm dağlar sizden küçük kalır. En büyük sizsiniz artık, her taraf ayağınızın altındadır. Bedeninizle beraber ruhunuz da zirve yapar. Kuzeyde Karadeniz'in koyu mavi suları, Kuzeydoğuda Kaçkarların hatta Kafkasların bembeyaz karla kaplı zirveleri uzansanız tutacağınız yakınlıktadır sanki. Çocukluğum işte bu yeşil ve güzel köyde geçti. Okula on bir yaşımda başladım. Bu şimdiki okul bitirme yaşı! Okula gidip gelirken her gün bir saatlik patika rampaları iner çıkardık. Okula zamanında varabilmek için koştururduk her sabah. Saatlerce yürürdük.

Keşke hep yürüseydim. Yıllarca içimde kaldı bu yaram. İlkokuldan sonra okuyamadım. Oysaki hayalim vardı. Küçük bir okulda öğretmen olacaktım. Etrafımı öğrencilerim saracaktı. Ve ben onları sevgiyle büyütüp, hayata hazırlayacaktım. Olmadı, olamadı…

Hayat, bana okul yerine gurbetin yollarını açtı. Ben ise, hayatın dikenli yollarında kaybolup gittim. İlkokul bittiğinde, yaşım on altıydı. Diplomamı bir hafta sonra vereceklerdi. Bekleyemedim. Gurbet, kucağına çağırdı beni, dur diyemedim. Önce Rize, sonra Aşkale ve Uşak. Ardından da ver
elini yurtdışı… Yıllar yılları kovaladı. Hani bir türkü vardır ya; "Anadan ayrı, babadan ayrı, bir de yardan ayrı kaldım hepsinden acı" hep böyle hasretle geçen bir ömür. Bunca hasret bunca çileye rağmen hiç isyan etmedim.

Kardeşim Muzaffer Aktaş'ın deyimiyle "biz üç asır yaşadık."

Dünyanın başka yerlerinde insanlar Ay'a gitme hazırlıkları yaparken, çatısı ve yatağı ifteriden "eğrelti otundan" yapılmış "mezire" mezra evlerinde gözlerimizi hayata açtık. Dünyaya gelişimize ebeler, doktorlar değil komşular kadınlar yardım etti. Sağlığımızı, askerde öğrendiği bilgilerle sıhhiyelik yapan dostlarımıza emanet ettik. Ödevlerimizi, idare lambası "camsız, sadece fitilinde yanan gaz ile aydınlatan lamba" ışığında yaptık. Hatta defter gerekmeyen derslerimizi gün ışığından istifade etmek için okula gidip gelirken yolda çalışırdık.

Sevgimiz ve dostluklarımız yıpranmamış ve içtendi. "Değişmeyen tek şey değişimdir" sözü elbette bizim için de geçerliydi. Değişti hayatımız… Hem de çok hızlı değişti. Yolu, elek, evler de suyumuz; beton evler ve arabalar oldu. Evlerimiz de, televizyon, telefon, bilgisayar hatta internetimiz dahi oldu. Gerçek dünyamızın yanına, adı gibi her şeyi sanal olan bir dünya daha ekledik.

Teknolojik ve ekonomik değişim o kadar hızlı oldu ki ruhumuz bu değişime ayak uyduramadı. Yol yaparken yeşili koruyamadık, ev yaparken estetiği ve doğaya uyumu. Betondan şekilsiz evler dikmeyi marifet saydık. Bu değişimi ve savruluşu yaşayan nesilden biri olarak sevgiyi hep yanımda taşımaya, dostlarımla paylaşarak büyütmeye çalıştım. Teknolojinin bana sunduğu her imkânı bunun için kullandım. Sevgimi beş kıtada binlerce kilometre uzaktaki dostlarımla paylaşmaya devam ediyorum. Gurbetten gurbete hasretle ve özlemle geçen elli dokuz yaş geride kaldı. İleride kaç yıl var ancak yüce yaradan bilir. Onun için bu kitapla sevgimi, hem şimdiki hem de gelecekte hiç tanıyamayacağım dostlarımla da paylaşmak istedim.

Yaşamak ve sizlerle olmak çok güzel…

Benzer Yazılar

Henüz yorum yapılmamış.

Yorum yaz...

İsim :