VAR İLE YOK ARASINDA
VAR İLE YOK ARASINDA
ASLI ile HAKAN
Aslı
Türkiye’nin en güzel illerinden birinde yaşıyordu. Zengin olmayan fakat; çok da
fakir sayılmayan, orta halli, şükrünü bilen bir ailenin kızıydı. Ailesinden
aldığı gelenek-görenek ve kültür eğitimiyle çevresinde sevilen bir kızdı.
Okuluna gidiyor, derslerinden başarısıyla hem ailesini hem de kendini mutlu
ediyordu. Tek isteği, okuyup doktor olmak, insanlara yardım etmek ve ailesine
daha güzel hayat şartları sunmaktı.
Yalova
Türkiye’nin en güzel yerlerinden biriydi. Gözde bir tatil bölgesi ve turistik
bir yer olduğu için her çeşit insanların bulunduğu bir şehirdi. Aslı bütün
insanlara saygı duyuyor, kimsenin fikrine düşüncesine karışmıyordu. O sadece
kendi ailesi ile yetiştiği ve sevdiği şekilde yaşamak, herkesin düşüncesine
saygı duyarak, güzel bir ortamda, herkesin Yüce Yaratan’ın mahkemesinde
yargılanmasını, insanların insanlar tarafından düşünce ve inançlarından dolayı
yargılanmasını istemiyordu. Bu onun görüşüydü ve kimseye de aktarmıyordu.
Yıllar ilerliyordu ve Aslı liseye başlamıştı. Okulda
arkadaşları ile çok iyi geçinmeyi sever, kimseyi ne küçük görür, ne de çok
yukarda tutardı. Çok samimi arkadaşları olmuştu. Bütün arkadaşları; özellikle
ağırbaşlı oluşu, zamanında ve yerinde konuşması ve yerli yerince yaptığı güzel
esprilerinden dolayı onu daha çok seviyorlardı. Okuldan arta kalan bazı
zamanlarda sevdiği arkadaşları ile geziye çıkıyorlardı. Hem haftanın
sıkıntısını atıp rahatlıyor, hem de yeni şeyler öğrenme fırsatı buluyorlardı.
Çok güzel bir arkadaş çevresi vardı.
Bir hafta sonu yine Aslı’nın arkadaşları şehir dışına bir
gezi düşünmüş, Yalova’ya çok uzak olmayan İzmit Keltepe’ye (Kartepe) gitmeyi
kararlaştırmışlardı. Aslı ailesinden izinsiz hiç bir şey yapmazdı. Annesine
babasına söylemiş, zor da olsa izin almıştı. Annesi, “Kızım biz sana
güveniyoruz, sen kendini ve arkadaşlarını bilen birisin. Seni önce Allah’a
sonra sana emanet ediyoruz” demiş ve uğurlamıştı Aslı’yı.
Aslı buluşma noktasına geldiğinde bütün arkadaşları
oradaydı ama o güne kadar pek görmediği biri daha vardı. Yakışıklı, uzun
saçları ve kendine özgü çok şık giyimli bir gençti bu. Merve hemen tanıştırdı
“Arkadaşım Hakan, bugün tanıştırmak nasip oldu. İyi bir arkadaşımdır. Onun da
bizimle gelmesini istedim, beni kırmadı” dedi. Aslı elini uzattı, “Ben Aslı,
memnun oldum.” dedi.
Artık yola çıkacaklardı. Aslı2nın arkadaşlarından hali
vakti yerinde olanlar vardı. Hasan, Menekşe ve Melek kendi araçları ile
gelmişlerdi. Merve’nin arkadaşı Hakan da kendi otomobili ile gelmişti. Lüks bir
BMW’nin kapısını açtı önce Merve’yi, sonra da diğer arkadaşlarından buyur etti.
Merve Aslı’yı da o araca çağırdı ve dört araç Keltepe’ye doğru yol almaya
başladı. Yolculuk esnasında Hakan dürüst sohbetiyle Aslı’nın takdirini aldı ama
beğenmediği bir taraf da yok değildi. Hakan etrafındakilere yukardan bakıyordu.
Babasından buldugu lüks araç, zengin
yaşam tarzı ona bazı şeyleri unutturmuş, sanki ‘Dünya benim’ der gibi bir hali
vardı. Bindiği arabadan, giydiği gömlekten, ayakkabıdan ve taktığı saatlerden bahsetti
hep. Uygun bir anda Aslı bunların hep geçici olduğunu, bugün var ama yarın,
belki de bir saat sonra yok olabileceğini, asıl önemli olanınsa gönül
zenginliği olduğunu ve bunlar olmadan da mutlu ve güzellikleri yaşayabilmek
olduğunu ifade etti. Hakan buna biraz bozulmuştu ama, pek belli etmedi.
Gölcük’ten sonra Derbent’i de geçmiş, Maşukiye’nin virajlı
yokuşunu tırmanıyorlardı. Manzara enfes, ünlülerin tatil köyleri, dış
görünüşleriyle dahi birbiriyle yarışan villalar, kiraz bahçeleri ve rengârenk
bir doğa içinde tırmanıyorlardı Keltepe’ye doğru. Yol kenarındaki bir suyun
yanında mola verdiler, su içtiler. O güzel manzaraya fotograf çektiler hepsi
ayrı ayrı. Yolun üst kısmında çok güzel bir ormanlık alan vardı. Aslı oraya
fotograf çekerken, orman ağaçlarının altında bir mezarlık olduğunu fark etti.
Her dört ağacın arasında bir mezar bulunmaktaydı ve ağaçlar epey uzun boylu
idi… Müthiş güzel bir doğa içerisindeki mezarlar, insanın ben de ölünce burada
olsam diyebilecegi güzellikte bir yer. Aslı fotoğraf çekti, ellerini açtı ve
kabristandakilere dua etti, Fatiha okudu. Ona bakan arkadaşları da aynısını
yaptı. Hakan hâlâ diğer manzaraları seyretmekle meşguldü. Aslı kimseyi kırmak
istemezdi asla, Hakan’a yaklaştı ‘’Hakan bakar mısın? Ne kadar güzel bir
mezarlik” dedi. Hakan pek umursamayarak
“Evet gerçekten… ama öldükten sonar mezarın güzel olsa ne
olur?’’ dedi. Kolundaki milyarlık saatine baktı ve “saat ilerledi, haydi devam
edelim” dedi. Virajlari döne döne çıkarken Hakan hep mal varlığından dem
vuruyor; babasından, fabrikadan, denize nazır villalarından anlatıyordu. Aslı
Hakan’ı çok sevmişti ama sürekli dünya varlıgından söz etmesini münasip
görmüyordu. Bunu kırmadan ona nasıl anlatabilirdi onu düşündü. Çünkü insanları
kırmadan anlatmalıydı istediklerini, hep öyle düşünüyordu.
Keltepe’ye çıkmışlardı. Manzara harika, tabiat mükemmel,
Ağustos sıcağında burada tam bir yayla havası vardı. Her sey mükemmeldi, yiyip
içip eğlendiler. Çaylarını içerken sohbet koyulaştı. Aslı “Evrenin yüce
yaratıcısına şükürler olsun, ne güzel bir gün geçirdik. O istedikten sonra
bütün her şeyi insanoğlunun emrine verir, yeter ki insanoğlu istemesini ve
şükrünü bilsin” dedi. “Bakın benim ne otomobilim var, ne de bu geziye özel
çıkacak kadar varlığım. Kâinatın sahibi bana sizin gibi arkadaşlar verdi ve ben
de sizin vesilenizle, O’nun izniyle bu güzel günü yaşadım. Hepinize çok
teşekkürler” dedi.
Hakan ise baba ve dedesine çok şey borçlu olduğunu,
onların sayesinde istediği arabaya binip istediği her şeyi alabildiğini ve
istediği her şeye onların sayesinde kavuştuğunu söyledi. Aslı Hakan’a dönerek,
“Hakan onlar çalıştılar kazandılar ama veren Yüce Allah’tır. Önce O’na, sonra
da babanlara teşekkür etmelisin, sakın bana kızma” dedi.” Çünkü o istediğine
iştediği kadar verir ve istediğinden de hepsini bir anda alır. Yani Hakan
kâinatın Yaratıcısı isterse, senin arabanı, villanı, babanın fabrikasını, hatta
bizim bütün varlığımızı bir anda yok edebilir. Onun için dedim şükrümüz önce
ona olmalı diye”. Hakan kızmamıştı ama bu sohbet pek hoşuna gitmemişti. Aslı’ya
şöyle bir soru yöneltti: “Diyelim ki kaza yaptım, bana bir şey olmadı arabam
gitti, evim var… Diyelim ki evim yandı, arabam ve fabrikam var. Hepsinin bir
anda kaybolması biraz zor gibi…”.
Aslı şöyle devam etti. ”Evreni yaratan, ona bu varlıkları
bizler için gönderen Yüce Mevlamın bizim gözümüze görünmeyen melekleri var,
onlara verdiği emirleri onlar anında yerine getirirler, ne fazlasını yaparlar,
ne de azını”.
Hakan’ın maneviyatla çok ilgisi olmadığı için bu ifadeler
ona biraz tuhaf geldi ve anlamadan şu sözler ağzından dökülüverdi. “Aslı,
çalışmalı insan. Senin baban ve deden de benimkiler gibi çalışsaydı şimdi senin
de aracın ve villan olacaktı. Meleklerden her şey beklenmez ki”. Aslı çok
üzülmüştü. “Hakan ben halimden çok memnunum ve çok mutluyum” dedi. “Sadece sana
biraz manevi pencereden bakasın diye demiştim bütün bunları. Kusura bakma Seni
üzdüm ise affet” dedi. Bu güzel gün için Hakan’a ve arkadaşlarına teşekkür
etti. “Bu güzel Agustus gününü hiç unutmayacağım” dedi. Çantasındaki günlük
defteri geldi aklına ve onların yanında “16 ağustos hayatımın en güzel günü”
diye yazmayı da unutmadı. Vedalaşıp ayrıldılar.
Aslı eve geldi. Yalova’nın mahalleleri arasında
kendilerine has, küçük bir evleri vardı. Kapıda annesi karşıladı onu. Kızını
mutlu görünce o da mutlu olmuştu. Gününü özetleyerek anlattı annesine.
Hakan’dan bahsetti. Onu sevdiğini, beğendiğini fakat, manevi bilgisinin çok az
olduğunu, ona yardım etmek istediğini söyledi. Annesi gülerek “yoksa gönül işi
mi” dedi. “Yok anneciğim, iyi bir çocuk ama manevi tarafı eksik, yardım etmek
lazım. Bu bizim insanlık görevimiz”.
Saat 22:00’a geliyordu Aslı annesine iyi geceler dileyip
yattı. Gündüz hem eğlenmiş, hem de yorulmuştu. Yatağa uzandığı gibi uyudu.
Gecenin ne zamanı olduğunu bilmiyordu. Büyük bir gürültü ile uyandı. Sanki
dünya yıkılıyor, neye uğradığını şaşırmış halde, evin beşik gibi sallandığını
ve üzerine düşen bazı maddelerin olduğunu hissetti. Kalbi korkudan yerinden
çıkacaktı sanki. Birden anne ve babasını hatırladı. Şehrin her tarafından
çığlıklar yükseliyordu. Annesi ve babasının bulunduğu odaya koştu. Üzerlerine
düşen elbise dolabını zorlukla sağa kaldırdı. Şükürler olsun yaşıyorlardı.
Dışarı fırladılar. Şehirde büyük bir çığlık ve toz bulutu vardı. Aslı, annesi,
babası dahil herkes ağlıyordu. Bir süre sonra deprem olduğunu anladılar. Sıkıca
birbirlerine sarıldılar. Aslı’nın annesinin bir kolu feci şekilde ağrıyordu.
Aslı olayı ufak çiziklerle atlatmıştı.
Sabah olunca yaralılar hastanelere kaldırıldı. Kurtarma
ekipleri hızla çalışmalara başladılar. Aslı annesiyle hastanedeydi. Hastane
yaralılarla dolup taşmıştı. Bağrışmalar, çağrışmalar durum dayanılacak gibi
değildi. Aslı dua ediyor, Allah’a yalvarıyordu. Herkes için, annesi ve babası
hayatta olduğu için. Zaman zaman da ağlıyordu. Şehirde gördüğü yıkık binalar ve
onların enkazları altında kalanları düşündükce tir tir titriyordu. Bir ara
hastanenin penceresinden dışarıyı seyrederken annesinin bulunduğu odaya her
tarafı yara bere içinde bir hasta gelmişti. Bağırıyor, ağlıyordu. Bu sesi tanır
gibi oldu Aslı. Kafasını o tarafa çevirdiğinde ne görsün, bu kişi dün beraber
Keltepe’ye gittikleri Hakan’dı. Hemen yanına koştu, geçmiş olsun dileklerini
iletti. Birbirlerine sarıldılar. Hakan durmadan ağlıyordu. Aslı ona moral
veriyor “bir şeyin kalmayacak, korkma!” diye teselli vermeye çalışıyordu.
Hemşire, Hakan’a sakinleştirici iğne yaptı ve Hakan rahat bir uykuya daldı.
Aslıda babasının yanına eve gitti. Annesi iyi idi, kolundaki kırık alçıya
alınmıştı ve oldukça rahattı.
Bir kaç saat sonra Aslı tekrar hastaneye geldiğinde
Hakan’ı kendine gelmiş buldu. Hakan “yıkılan villanın tuğlaları arasında
sıkışıp kaldığımda, Aslı beni kurtar diye sana bağırdığımı hatırlıyorum ama
sesimi ulaştıramadım. Sonra ne oldugumu hatırlamıyorum. Sonrasında da kendimi
burada buldum. Sizi dün tanımıştım ve yine ilk yanımda olan sizdiniz. Ne kadar
teşekkür etsem azdır. Annem ve babamdan bir haber alamıyorum, ne yapmalıyım
Allah’ım ne yapmalıyım?”diyordu Hakan.
Sonraki gün hastanede yatağa çok ihtiyaç olduğu için Aslı
annesini eve getirmişti. Hastanede daha acil hastalara yer açılmalıydı çünkü.
Yıkılmayan tek katlı evlerinde annesine babasına bakıyor ve yaralılara dua
ediyordu. Üç gün sonra Hakan’a bakmaya gittiğinde, Hakan annesinin babasının
öldüğünü ev-araba neleri varsa yerle bir olduğunu Aslı’ya anlatırken “Aslı bu
gece hep bana o gün söylediklerini hatırladım. Ben ne kadar da büyük konuştum,
bir kaç saniyede her şeyim gitti. Hiç bir şeyim ve hiç kimsem kalmadı. Rabbim
beni affetsin sen de affet, ne olursun beni yalnız bırakma” dedi. Bunları duyan
Aslı ağlamaya başlamış Hakan’a sıkıca sarılmıştı. Hakan’a söz verdi ve
iyileşince onu bırakmadı. Annesine babasına durumu anlattı ve Hakan’a sahip
çıktılar. İlerleyen günlerde de bu arkadaşlığı beraberliğe çevirdiler. O günü
ve anılarını hiç unutmadan birbirlerine güç vererek yaşamlarına devam ettiler.
Halil Aktas 10 Nisan 2010